DENİZCİ ŞAİR ÂGEHÎ
DENİZCİ ŞAİR ÂGEHÎ
Dr. Murat Karavelioğlu
16. yüzyılda karada -doğuda ve batıda olmak üzere- sürekli zafer kazanan Osmanlı ordusu, çağın koşulları icabı sahip olduğu güçlü donanması ile denizde de büyük başarı elde etmiş; bütün bir Akdeniz’e hâkim olmanın, Karadeniz’i bir göl halinde kuşatmanın yanı sıra Hazar Denizi gibi uzak iç denizlere ve Hint Okyanusu ile Arap denizlerine dahi hükmedebilmiştir. Öte yandan yükselen refah seviyesine mutabık bir biçimde İstanbul’da denizin, denizde hayatın, eğlencenin, gezintilerin günlük yaşamın bir parçası haline geldiğini görmekteyiz. Denizin gerek askerî harekât ve seferlerde, gerekse saadet ve mesire hayatında toplumun sürekli merkezinde olması konunun, günlük yaşamın en güçlü tercümanı olan sanatkârın da gündemini oluşturması neticesini doğurmuştur.
Osmanlı dönemi Türk edebiyatına bakıldığında 16. asır, güçlü şair ve yazarların yaşadığı, büyük eserlerin verildiği, edebiyatın her alanında kalem oynatıldığı parlak bir yüzyıl olmuştur. Klasik Türk edebiyatının büyük divanlarının, önemli mesnevilerinin ve nesir sahasında bazı güzel örneklerinin verildiği bu devirde bir takım sahalara ait hususi ıstılahların kimi şairlerce bilinçli bir şekilde edebiyata sokulduğu, hakiki ve mecaz anlamlarıyla kullanıldığı, duygu ve hayallerin bu özel tabirlerce ifade edildiği görülmektedir. Mesela çiçek adlarının özellikle kullanıldığı şiirler yazıldığı gibi mahalli ağız özelliklerinin bilhassa öne çıkarıldığı eserler de yazılmıştır. Okçuluk tabirlerinin sıkça kullanıldığı eserlerin yanı sıra musiki terimlerinin sıkça kullanıldığı eserler de kaleme alınmıştır. Türk edebiyatının genel seyrine ve ediplerin devirler içindeki çeşitli temayüllerine bakıldığında bu türden tercihlerin yaygın olmadığını söyleyebiliriz. İşte bunların belki de ilk akla geleni 16. yüzyıl şairlerinden olup Osmanlı donanmasının en güçlü bir devresinde deniz seferlerinde de bulunan Âgehî’dir. Öte yandan denizci ıstılahatının edebiyatta doğrudan veya dolaylı olarak kullanılması sadece Âgehî’nin yaptığı bir şey olmayıp sonraki devirlerde de bu türden şiir yazan şairlere rastlanmıştır.
Âgehî, fevkalade güzel şiirler yazan fakat bugünkü bilgilerimize göre az yazmış bir şairdir. Elimizde bir divanı bulunmayan şairin bu az sayıdaki şiirlerine 16. ve 17. yüzyılda derlenmiş şiir mecmualarında rastlanır. Buna rağmen dönemin tezkire yazarları kendisinden övgüyle söz ediyorlar: “Şiir sanatının inceliklerine vakıf, güzel şiir yazmaya kadir, şuh tabiatlı, hoş sohbet, şiirleri beğenilen, kendisi de latif ve zarif bir kimse…”
Tezkire yazarı Âşık Çelebi, Âgehî’den bahsederken onun gençliğinde bir gemici güzeline âşık olduğunu, karşılık göremediği bu aşk yüzünden deli divane olup aşkını anlattığı ve gemici ıstılahları ile örülü daha önce benzeri görülmemiş bir kaside yazdığını ve bu şiirin denizlerde ve karalarda herkesçe bilindiğini ve beğenildiğini söylemektedir.

Âgehî’nin şiiri 31 beyitlik bir kasidedir. Konusunu, rivayete göre bizzat başından geçen, daha doğrusu karşılık bulamadığı bir aşk oluşturmaktadır ve konunun anlatımı bakımından kendi içinde bölümlere ayrılır. Buna göre ilk birkaç beyitte şair, sevgiliye hitap ederek aşkına karşılık vermediği için ona sitemlerde bulunur. Takip eden beyitlerde şair aşkı engin bir denize, gönlünü de gemiye benzeterek çektiği sıkıntıları dile getirir. Bir ara zahide ve aşktan behresi bulunmayan ağyara seslenerek gerçek aşkın ne demek olduğu üzerinde durur. Nihayet İlahi aşkın yüceliğini ve dünyanın -dolayısıyla- mecazi aşkın fani oluşunu hatırlatarak kasideyi bitirir.
Âgehî’nin, bu orijinal kasideyi, Piyale Paşa ile birlikte donanma seferinde iken yazmış olabileceğini düşünebiliriz. Bu ünlü kaside her şeyden önce âşıkanedir. Şairin kullandığı tabirler çoğu zaman teşbih ve telmih yoluyla yer almış, şairin meramını latif ve zarif bir şekilde dile getirmesinde müessir olmuştur. Kaside boyunca yoğun olarak kullanılan tabirler ve yapılan teşbih ve istiareler başta gemi olmak üzere gemi seyahati, gemi alet ve edevatı, deniz ve deniz seferini ilgilendiren pek çok tasviri göz önüne sermektedir. Nitekim rahmetli Âmil Çelebioğlu, Halk ve Divan şiirlerini esas aldığı daha kapsamlı ve yukarıda söz konusu ettiğimiz çalışmasında gemi ve gemicilik ile denizciliği ilgilendiren tabirlerle yapılan benzetmeleri tek tek ele almıştır. Kaside,
Çekdürüp firkatanı bizden ırağ oldu sen
Bahr-i firkade niçe furtunalar çekdüm ben
matlaıyla başlar. Kasidenin esas başarısı yapılan teşbih, temsil ve telmihlerin gemici lisanının tabirlerinin çok yerinde ve ustaca kullanılmasındadır. Bugünkü bilgilerimize göre Âgehî’nin kasidesi etrafında gelişen bu eğilim, nazire edebiyatımızın daha çok edebiyat modasını belirleme yönünü örneklendirmektedir. Çünkü biz bu sayede başta aşk olmak üzere çeşitli duyguların anlatımında gemici lisanına olan ilginin boyutlarını ve dönemin temayül ve beğenilerini takip ediyoruz.









0 yorum: